28 Aralık 2010 Salı

Hoşgeldin yeni yıl ruhu gözlerim yollarda kalmıştı....


İnsanlar haftalardır aylardır yeni yıl ruhuna girmişken ben bütün zorlamalarıma karşı bir türlü içimde bir kıpırtı hissedememiştim ta ki dün gece vaktine kadar... Dedim Belgin n'oldu da bir anda başına bir şey düşmüş gibi gecenin bir vakti uyumak yerine yeni yılda şunu bunu yapsam iyi olur bunları artık hayatımdan çıkarsam iyi ederim vs. diye kendinle muhasebeye koyuldun...??? hatta hatta abartıp gece vakti kalkıp eşyaların yerlerini değiştirmeye kalktın sonra ayıldın tabii n'yse... Bu zamansız yeni yıl ruhu sebebini anladım.. son 20 dk'sını izleyebildiğim "Öyle bir geçer zaman ki".... Bu dizi kati suretle aman Yaprak Dökümü 'de bitiyor bizim insanımız hun olmuş aile dramı görmeden yaşayamaz acil beterini yapmalıyız diye yapılmış bir dizi bencesi bu tabiii... Zaman bulabilirsem ben de seyrediyorum hem de salya sümük ağlayarak Allliiii Kaptana içimden küfrederek.... Biz insanlar kendimizden beterini gördükçe Ohh Yarabbim çok şükür diyoruz yani bu bizde şükretme duygumuzu tetikliyor bu iyimser bakış! ya da biz insanlar topluca sadisttiz başkalarının mutsuzluğundan mutlu oluyoruz bu da kötümser bakış! Kötümser bakıştaki gibi insanların da olduğu kesin... Bir yazı okumuştum insanların beyni mutsuzluğa programlıymış şöyle ki herşey sıradan giderken bile kendisini üzmek adına hiçbirşey bulamasa geçmişteki kötü olayları hatırlatır bizi üzermiş.. Doğru mu bilemiyorum ama düşününce çok da olmadık birşey değil bazen hiçbir sebep yokken ağlamalarıma depresyona düşmeme sebep bu olabilir her n'kadar ben bu durumu hormonlarıma bağlasam da hormonları da çalıştıran bir beyin var sonuçta. Etrafta laylaylom hayat da n'kadar süper kuşlar böcekler n'harika diye dolanmak varken niye bizi mutsuz etmek için uğraşıyormuş bu beyin onu da bilemiyorum da; asıl bunu araştırmaları gerek n'yse laftan lafa geçer oldum. "Öyle bir geçer zaman ki"'yi eğer şundan birkaç sene önce izlesem yok artık bu kadar da abartıyı izleyemem derdim (ama izlemeye devam ederdim:))) ama çok yakınımda başından buna benzer birçok şey geçmiş öyle biri var ki demek ki olabiliyormuş diyorum artık... Öyle bir adam düşünün ki 3-5 yaşlarındaki çocuklarının akşam o evdeyken yemek yemelerine izin vermiyor anne gizli gizli yorgan altında besliyor çocuklarını ya da öyle biri düşünün ki daha 6-7 yaşlarındaki oğlu düşüp kolunu kırdığında sen n'kadar dikkatsiz bir çocuksun diye hastanelik ediyor hem annesini hem oğlunu ya da öyle bir adam düşünün ki karısının çocuklarını alıp kaçıcağını anlayıp arabanın frenlerini bozuyor ve aylarca hastanede yatacakları kadar kötü bir kaza geçirmelerine sebep oluyor ve bundan rahatsız olmuyor! sonra öyle bir adam düşünün ki bu sefer de tüm bunlara karşı göç ettikleri ülkemizde ben burda yaşayamam deyip bir tane tanıdıkları olmayan ülkede işi gücü evi barkı bir kuruş parası olmayan karısını ve çocuklarını bırakıp gemilere çalışmaya gidiyor ve yıllarca n'arıyor n'soruyor... Demek ki varmış böyleleri de diyebiliyorum artık hayata karşı..
Sonra tabii her bu diziyi seyredişim de aklıma geliyor tüm anlatılanlar daha bir inanarak izliyorum diziyi ve tabii daha bir çok ağlayarak işte tüm bunlar kendimle yıl muhasebesi yapmama sebep oldu oldu da iyi mi oldu evet oldu... Şükretmem gereken çok şey olduğunu zaten biliyorum ama planlamam gereken de çok şey olduğunu bu konuda iyi olsam da gene de eksik olduğumu kendimle konuştum durdum. Umarım hayallerimiz planlarımız gerçek olur şükürlerimiz çoğalır bu yıl... Hepimize sağlıklı huzurlu bol neşeli mutlu yıllar..

23 Aralık 2010 Perşembe

Kadınların en güzel yaşı 30 ' la 40 arasındaki 25 senedir


Aklıma takılan bir mevzuyu paylaşmak istiyorum. Geçenlerde faceboookta şu sözü gördüm çok hoşuma gitti. "Kadınların en güzel yaşı 30 ' la 40 arasındaki 25 senedir" Evet evet dedim çoook doğru.. Sonra etrafımda 40 ına gelmiş insanlara baktım hepsinde bir moral bozukluğu bir çöküntü hayat kaçıyor hemen birşeyler yapmalı çok kazanmalı spor yapmalı rejimsiz yaşamamalı durumları... Sonra geçiyorum şu ara tv'lerde bangır bangır dönen bir reklam "1 ay 3 hafta olsun" Durdum düşündüm.. Bilimsel olarak n'den çocukken zamanın uzun büyüdükçe kısa olduğu şu şekilde açıklanıyormuş. Çocuklar zaman kavramını bizim koyduğumuz bu belli kalıpları uzunca bir süre hatta 6 yaşına kadar diyeyim bilemezlermiş. Tamam belirli rituellerden az buçuk anlarlarmış ama bizde ki saat kavramını bilemezlermiş. Demek ki annelerin "hadi çocuğum geç kalıyoruz bak saat kaç oldu amaaaaa!!!" dediğin de çocuğun suratımıza bönbön bakıp arkasını dönüp topukları kıçına vururcasına kaçması bu yüzdenmiş n'yse.. Bir de çocuklar küçük yaşlarda soyut somut kavramını ayıramadıklarından herşey onlara somut gelirmiş.. zamanda soyut bir kavram olduğuna göre zamanın onlar için yavaş akması normal... büyüdükçe insan beyni herşeyi malesef ki algılar ve kendini bu çarkın içinde bulurmuş... Demek ki herşey biz bu büyük insanların elinde o zaman ben diyorum ki varsın çocuklar anlamazken zaman onlara uzun uzun akıp torpil geçerken biz daha onlar farketmeden şu yaş kavramını bir değiştirsek... Tamam çocukken 12 ay 1 yaş olsun ama en azından şu 25 hadi bilemedin 30 dan sonra 30 ayda 1 yaş alsak mesela yanii şimdiki zaman kavramıyla aynı yukarıdakisöz misali 25 yılda 10 yaş alsak... Şimdiki 55 yaş 40 yaş olsa.. ohhh unumuzu eleyip eleğimizi asarız.. 40 yaşında olduğumuzda herşeyimiz tastamam olmuş olur.. üstümüze bir olgunluk çöker bir anda 40 yaşında:)) hem 40 yaş sendorumu diye bir şey kalmaz yada bunu 25 yıl daha geciktirmiş oluruz... Olmaz mı yani hııı sorarım size olamaz mı yani????

19 Aralık 2010 Pazar

Kusura bakmasınlar ama taktım kafaya...




Öncelikle söylemeliyim ki benimkiler yazdan beri Caıllou ile çok ilgilenmiyorlar ama gördüklerinde de hala büyülenmiş gibi izliyorlar.. İzlesinler efendim sorun yok Caıllou Arthur gibi değil hem kardeşiyle iyi anlaşıyor hem arkadaşlarıyla iyi anlaşıyor hem laf&söz dinliyor vs. Maşallah çocuk adeta bir melek...
Benim kafaya takmışlığım Caıllou'ya değil annesine ve babasına.. Kardeşim en az 100 bölüm Caıllou'yu ezbere biliyorum ben bu adamın işe gittiğini en fazla 2 -3 bölümde gördüm. Adam her daim evde yok çit boyuyor yok çamaşır makinası tamir ediyor çocuklarla kakarakikiri sormazlar mı hemşerim bu değirmenin suyu n'reden geliyor.. Varsa böyle bir iş ben hemen talibiyim.. Sonra bu anne şahıs da güya çalışıyor çünkü 1-2 bölümde onun da işyerine gidildi.. E nasıl bir iştir bu gene??? yok yani Kanada 'da insanlar böyle yaşıyorlarsa ben hemen başvurularda bulunmak istiyorum...


Sonra bir de şu mevzuya takmış bulunmaktayım.. Caıllou yavrucak hep tşört giyerken babası annesi hep kazaklı... Olur mu hiç öyle şey??? nasıl bir çelişki bu??? Caıllou yazık yavrum benim şort-tşört geziyor babasında kazaklar pantalonlar.. Hiç mi düşünmüyorlar bu çocuğun kıçı-başı üşür hasta olur yazık buna diye.. bu nasıl bir sorumsuzluk???
Yani bunları düşünmekten çizgi filmi seyredemiyorum. Her gördüğüm de "hah sorumsuz adam yine kendi giymiş kazağı pantalonu Caıllou zibidi gibi" diyorum...
Diyorum Allah diyorum yaniii...

17 Aralık 2010 Cuma

Seçim sonuçlarımız:))

Ben çocuklarıma şu soruyu aman şimdiden yönlendirme olmasın, kendilerini önce bir tanısınlar diye henüz yöneltmedim "büyüyünce n'olacaksın???" Haa şimdi yalan olmasın çok küçükken bir kere sormuştum ama bakmıştım ki bi haberler durumdan geçiştirmiştim.
Geçen gün arabayla yolda giderken Ethem "anne bazı evler kare, bazı evler diktörgen bazıları kahverengi bazıları yeşil n'ilginç değil mi? " dedi. Biz de onaylar şekilde evet çok ilginç belki sen de büyünce deden gibi inşaat mühendisi olup böyle değişik evler yaparsın dedik. Cevap çok net olarak "hayır ben araba mühendisi olucam" dedi. Ehhh iyi o zaman dedik. Bu arada araba mühendisliği olarak değil elbette ama otomotiv mühendisliği ülkemizde yeni açılan bir bölümmüş. Bilgi için bir göz atmanızı tavsiye ederim.

http://tr.wikipedia.org/wiki/Otomotiv_m%C3%BChendisli%C4%9Fi

Bizim gibi ihracat kolunun en çok otomotiv sektöründe olduğu bir ülkede bence çok da iyi olmuş. Geç olmuş ama sonunda olmuş:)))
Bu arada tabii ki söze bir de Efdal karıştı. "Anne ben n'olayım büyünce?" Hımmm madem sordun Doktor ol bariiii.... Benim Efdal için doktor ol bari demem tamamen bencillik ürünü söylenmiş bir şey. Hani ben iğneden şundan bundan çok korkuyorum ya belki yaşlanınca kızım yaparsa tahlillerimi korkmam düşüncesiyle... Aslında mimar da olabilir olmadı ünlü bir müzisyen ya da balerin ya da......diye ben rüyalar alemine dalmışken
"hayır ben doktor olmayacağım prenses olacağım Barbie olacağım" dedi...

Aaaa n'güzel n'güzel ailemizden prenses de çıkmadı tühh tühh tühhh diye yakınmayız...
Barbie bebekle oynamayı bile sevmeyen kızım çizgi filmlerini bile doğru düzgün seyredip de bitirememiş sıkılmış olan benim kızım niye bunu seçti acaba diye düşünürken geçen gün Barbie de izlediği sihir sahnesinden çok etkilendiğini hatırladım hatta hayıflandı mızlandı olmadı ağladı ben de böyle uçmak kaçmak istiyorum böyle sulardan şekiller yapmak istiyorum diye. Muhtemelen Barbie olmayı sihir yapmak sanıyor. Kızım Barbie olmak sihir yapmak değildir Büyücüler o işi yapar desem hiç olmayacak... En iyisi Kızım Barbie oğlum mühendis olsun.. Şimdilik seçimler bunlar:))

15 Aralık 2010 Çarşamba

n'yalan söyliyim çok kıskandım!!!!


Dün belki de ilk defa okuldan geldiklerinde hiç ağlamadılar ve bana iltifat üzerine iltifat yağdırdılar... Ben çok güzel bir anneymişim, çok tatlıymışım...
sonra ohhh efendim sohbet muhabbet derken babamızın gelmesiyle sofraya geçildi... yemekler itirazsız yendi hem de kompostolarla birlikte evet evet bildiğiniz şeftali kompostosu hem de şeftaliler de yendi mis gibi mis gibi diyerek!!! sonra benden salep istendi ve hep beraber haberleri evet haberleri izlerken salepler yudumlandı tamam az biraz sonra Ethem salepi yeni yıkamaya verilmiş halıma döktü ama olsun sildim geçti ve sonra okulda öğrenilen şarkılar söylendi bu arada ağlayan vızlayan olmadı... Yani eşimle hala hala etkisi altındayız dün akşamın... tamam uyku faslında gene tehditler oldu ama ona cankurban...
Acaba diye düşündüm normal ailelerin yaşantısı böyle mi???? ben kendimizi azıcık anormal olarak görüyorum da... yani böyleyse n'yalan söyliyim çok kıskandım!!!!

not...
n'yalan söyliyim bir de çok korkuyorum ki hastalar mı acaba?? akşam eve gidince okuldan geldikleri gibi önce ateşlerini ölçücem.. keşke dün akşam da ölçseydim tühhh benim akılsız kafam.. normal aile sarhoşluğundan düşünemedim hasta olabileceklerini... Hadi bakalım hayırlısı:)))

14 Aralık 2010 Salı

Hahayt sebebini buldum...

www.cocuk-gelişimi.com sitesinde 4 yaş çocuğunu okurken çok güldüm.Vee bu bir önceki posttaki dengesiz ruh halimin n'denini çıklıyor... N'den mi? işte bundan;


4 yaş:
* Tekrar zorlu bir dönemdir; inatlaşma, dengesizlik, uyumsuzluk başlar. Çevresindekilere buyurmaya, hükmetmeye bayılır. Aşırılıklara kaçar.

* Toplumsallaşmaya başlar. Çoğunlukla kendi cinsinden olan 1-2 arkadaş seçer. Ancak oyun sırasında da sürekli kavga ederler.

* Yarım bırakılan şeylere karşı duyarsızdır, oyun oynarken dağıtır.


* Hareketli ve enerjiktir. Her zaman konuşmak ister. Konuşacak kimse yoksa kendi kendine konuşur.


* En fazla soru sorulan dönemdir.

* Beklemeyi, isteklerini ertelemeyi öğrenir.

* Kalemi yetişkin gibi tutabilir, insan resmi çizer, şekillerin adlarını bilir, ev adresini söyleyebilir, 20 ya da daha fazlaya kadar sayabilir.

* Kendi dilinin dilbilgisi yapısını öğrenmiştir.

* Şaka ve fıkralardan zevk alır, gülmeye bayılır. Argodan hoşlanır. Kelimeler uydurur.


* Dış dünyayı ona öğretin. Birlikte tiyatroya, yürüyüşe, maça gidin.

Unutmayın ki siz yetişkinsiniz, o da çocuk. Çaresiz değilsiniz. Baskıcı olmadan otoritenizi uygulamak sizin görevinizdir, aksi halde onu tehlikelerden koruyamazsınız. Bu nedenle onun karşısında kararlı ve kesin tavırlı olmalısınız.



Yahu bu nasıl bir ruh halidir arkadaş... Ben dengesizleştim diye yakınıyorum ya tabii dengesizleşirim kardeşim evde böyle bir ruh haline sahip 2 çocukla daha n'olabilir ki... ?


Efendim uyumsuz,dengesiz,kavgacı,dağınık,uydurukçu,kendi kendine konuşan, olmadı kendince laflar sözler uydurup bir de buna kahkaha atan 2 deli ile yaşıyoruz evde.... Ben bu yazıdan bu sonucu çıkardım... Aynen de katılıyorum yazılanlara ve gülmekten başka bir şey yapamayacağımı bir kez daha anlıyorum...

6 Aralık 2010 Pazartesi

Şu annelik n'manyak dengesiz bir ruh haliymiş yahuuu!!!

Düşünüyorum da acaba bazen beni bu kadar çok üzdüğünüzü, kırdığınızı, yorduğunuzu bilseniz yine de yapar mısınız aynı hareketleri???
Hiç sanmam!!!
Bu sabah Ethem'in okula gitmeden önce yaptığı bir "çocukluk, şımarıklık" artık adı her neyse yüzünden bugün bütün gün kendimi hasta gibi hissediyorum...
Normal mi? değil elbette ama elimde olsa zaten böyle olmaz... Oysa o okulda çok şükür ki çok mutluymuş...
Beni bu hale soktuğunu bilsen gene de yapar mıydın annecim???
!!!
Seni seviyorum...

NOT;
Şu annelik n'manyak dengesiz bir ruh haliymiş yahuuu!!!
İşte de üstüme çayı döktüm... Ahh Ethem bu da senin suçun:)))

1 Aralık 2010 Çarşamba

Biri bana çiçek mi dedi...

24 Kasım öğretmenler günü için Ethem ve Efdal'e birer buket çiçek aldım. Buketlerden biri morlu biri beyazlı aynı fakat farklı renklerde 2 buket.... Allah'ım ben nasıl büyük bir hata yapmışım. Sabah kalktık bir önceki gece geç yatıldığı için servise yetişemedik olsun ziyanı yok arada okula bırakmak benim de hoşuma gidiyor verdim ellerine birer buket çiçek.. Aman Allah'ım başladı bir kavga ikisi de beyaz buketi istiyormuş bir o çekişliyor çiçeği bir bu öteki canım mor çiçek yerlerde ben bir yandan kahvaltıya yetiştirmek adına telaş içerisindeyim " kızım dur! oğlum itme kardeşini! çiçekler bozuldu dur basma! ama mor çiçek ağlar ona yazık değil mi! " diye başlıyan feryatlarım durmaksızın bağıran ara ara ağlayan çocuklarım sayesinde "verin o lanet çiçekleri bana! bende suç size çiçek aldım! aptal kafam aynı renk alsana çiçekleri! çabuk verin yiycem o çiçekleri hepsini yiyeyim de aklınız başınıza gelsin" diye çığırırken son buldu...

son bulma sebebi sorunun çözülmesi değil elbet kapının açık olduğunu farketmem, tüm apartmanda sesimin çın çın çınlaması en beteri de üst kat komşumuzla gözgöze gelmem... ben kemküm gerçekten yemiyecektim vallahi çiçekleri zırvalamamın yanında komşumuzun olaya gayet sayemizde hakim olmasından ötürü "bence mor çiçekler daha güzel" demesiyle ve Efdal'in "o zaman mor çiçekler benim" demesiyle en azından bir 5dk son buldu.. 5dk son buldu çünkü bu sefer de arabada "ben Seda öğretmenime vericem , hayır sen Aynur öğretmene ver yok yok ben Fatmaya vericem hayır ona ben vericem " şeklinde yeni bir dünya meselesine dönüştü...
Veeee bu olay nasıl mı son buldu aynen şöyle son sürat gidilen okulda çocukları karşılayan öğretmene "alın bu çiçekleri kime istiyorsanız ona verin" diye çıkışmam ve arkama bile bakmadan arabama binmemle....


Olaydan çıkarılacak ders;
Anne hatalıdır! İki buket de dünyanın en güzel çiçeği dahi olsa tıpa tıp aynı renk alınmalıdır! ,Oysa anne çocuklarını tanımaktadır dışardan onlarsız alınan herşeyin aynı olması gerektiğini bilmektedir! Nasıl böyle bir hataya düştüğünü kendi de tam olarak bilmemektedir! Belki çocuklarını normal dünya çocuklarıyla biran için karıştırmıştır! Annenin sağlığı açısından en iyisi (sonuçta çiçekleri yememe ramak kalmıştı) birdaha aynı renk çiçek alınmasıdır....!

24 Kasım 2010 Çarşamba

Ben de sizi çooook seviyorum....

Dün akşam kuzucukların birini bir yanıma diğerini de öteki tarafıma almış sarmaş dolaş uyumaya çalışrken Efdal "anne seni Utkudan daha çok seviyorum" dedi... UTKU??? sonra aklıma geldi servis arkadaşlarından biri... Efdal'e göre Utku çok çok büyükmüş Ethem'e göre de tam 15 yaşındaymış... Nasıl Yani??? 15 yaşında kreşe giden çocuk:))) damadım n'çeşit bir insan acaba?... Aslında Utku ben biliyorum ki en fazla 5.5 yaşında:)) ama onlar için bir üst sınıf bile çok büyük oluyor... Efdal'in de her zaman kendinden büyüklerden hoşlandığını bildiğim için Utku sendromu beni şaşırtmadı..

Neyse sonra Ethem bu sefer "Anne ben seni hiç kimse kadar sevmiyorum... seni çooook seviyorum " dedi. Bu da Ethem'in "Anne seni herkesten çok seviyorum" deme şekli:)))

Dolaylı olarak anlatılmış da olsa belli ki bu iki minik kalp beni çok seviyor...
Benim de onları Utkudan fazla sevdiğim ve hiç kimse kadar sevmediğim düşünülürse aramızdaki bağ harika:)))

25 Ekim 2010 Pazartesi

Yaktın beni Cinderella



Benim bildiğim Efdal yaşlarındaki kız çocukları Cinderella'yı izledikten sonra kendileri Cinderella olsun anneleri de prens olsun ister; ya da kendileri Cinderella anneleri peri ya da bunun tam tersi versiyonlar kendileri peri anneleri Cinderella gibi...
Ama gel gör ki benim kızım n'istiyor dersiniz??? Kendisi Cinderelladaki kötü cadı Efdalin deyimiyle "daadı" annesi olan ben şahsiyette daadının kötü kedisi Şeytan yani "Teytan"... Allahım bir görmeniz lazım... "Anne sen şimdi teytan ol kötü kötü miyavla ben de daadı olayım kötü kötü hahahaahhaaa diyeyim" sonra bunun tam tersi ben daadı Efdal Teytan...
Yani ben bu işten hiçbir şey anladım.. hani kızım Cinderella olacaktı ben de peri hop ben bir çubukla en iyi ihtimal evdeki oklavayla onu prensese çevirecektim. Yok yanii gene kedi olmaktan yerlerde miyav miyav gezmekten kırtulamadım ona yanıyorum...

22 Ekim 2010 Cuma

Kim bu Off düğmeme basan...kızıcam şimdi..

Bu aralar çocuklarımla sanki ayrı frekanslarda yaşıyormuşuz gibi hissediyorum. Oysa herşey yolunda beraber geziyoruz yiyoruz içiyoruz ama oynayamıyoruz. Beraber oynayamama durumumuzda sanki tüm bağımızı alt üst ediyor. Havaların saçma sapan bir açması bir kapaması benim manasız geçmeyen hastalığım yüzünden resmen akşam saat 7 oldu mu pilim bitiyor... o akşama kadar koşturan ben değilmişim gibi bir anda sanki birisi "off" düğmeme basıveriyor hatta bu öyle bir durum ki işten eve geliyorum çocuklar için sofra hazırlıyorum evi toparlıyorum eve gelen 2 aç kurdu besliyorum sonra gelicek 3. aç kurt için birşeyler hazırlıyorum tekrar sofra kuruyorum ve 3.kurtla yemeğimi yiyorum "pıt" düğmeme basıyorlar... istiyorum ki o masadan hiç kalkmıyayım o sandalyede sessizce öyle saatlerce oturayım yok illa o sandalyeden kalkıcaksam hemen yandaki koltuğa ışınlanayım ve yatar pozisyonda gene sessizce ve öylece hatta boş boş televizyona bakayım... tabii ben bunları istiyorum ama evdeki 2 yaramaz n'istiyor? ya da masada duran yemekler... işte onlar başka bir frekanstalar.. masada duran yemekler mutfağa gitmek büyük tencereden küçük tencereye alınmak buzdolabında onlar için de yer açtırmak arta kalan atıklarını toplatmak blah blah isterken 2 yaramaz sadece ama sadece oyun oynamak istiyorlar.. "anne köpek olalım" "anne bebek olalım" "anne doktor olalım" "anne hadi kalk macucuktan lunaparka gidelim" vs. vs.... Önceden çocuklarla oyun oynayamama durumumda onlara haksızlık yapıldığını düşünürken şimdi bu hayatta çocuklarımla şöyle yorgun argın olmadan oyun bile oynayamadığım için bana da haksızlık yapıldığını düşünmeye başladım... Bu malesef insanı daha da yoran bir ruh haline alıp götürüyor... eee nolacak senin bu halin derseniz bu işin sonu eczanede biter... güzel bir grip ilacı olmadı antibiyotik ve en şahanesinden bir vitaminle saat 7 de biten pilimi en azından 10 a kaydırılabilir diye umuyorum e bu da bana yeter... çalışan bir ikiz annesi olarak saat 10 da pilim bitse daha ne isterim hey yavrum heyyyy...

5 Ekim 2010 Salı

N'desem yalan..

Geçen gün Efdal ile Ethem'i okula almaya gittim; gitmişken öğretmenleriyle de görüştüm tabii.. Bir sıkıntılarının olup olmadığını sordum genel olarak Ethem'in annemi istiyorum mızıltıları harici okulda gayet keyiflilermiş. Öğretmenimiz aralarındaki kardeş bağının çok kuvvetli olduğunu ve bana da çok düşkün olduklarını söyledi...

Mesela geçen sene de birbirlerini yalnız bırakmamak adına okula gidiyorlardı ama bu sene durum biraz daha değişmiş anladığım kadarıyla.
Öğretmenimizin söylediğine göre her zaman birlikte hareket etmeye başlamışlar. Yemeğe gidileceği zaman , servise binileceği zaman , havuza girileceği zaman ya da uyku odasına gidileceği zaman hemen birbirlerini buluyorlarmış ve birbirlerini uyarıyorlarmış. Hatta öğretmen oyun için gruplara ayırırsa aynı grupta olmak istiyorlarmış ve bir çocuk gelip de ikisinden birinden oyuncak aldıysa diğeri hemen "onunla kardeşim oynuyor" diye müdahale ediyormuş. Evde de böyle olup olmadıklarını sordu. Valla o an kadına n'desem yalan olucaktı. "Hıı evet böyleler" desem yalan bazen kedi köpek gibiler hatta birbirlerinin canını yakmak için ölesiye mücadele içindeler ; babasının Ethem'i dışarı çıkarttığı birgün ben de Efdal'e küveti doldurup köpük yaptım.. Normalde Ethemle birlikteyken saatlerce orda kalsalar çıkmak istemezler kıkır kıkır oynarlar bu sefer yalnız olunca Efdal 10 dk geçmeden sıkıldı ben de gayri ihtiyari "Ethem olmayınca çabuk sıkıldın" dedim. Efdal o minicik gözlerini pörtleterekten "ben Ethemsizde yaşayabilirim anne" dedi. aynen bu cümleyi kullandı o kadar şaşırdım ki ne diyeceğimi bilemedim kemküm "elbette yaşıyabilirsin ben onu demek istemedim yani şey iki kişi daha çok eğleniliyor onu demek istedim" vs. lafı geveledim... Ya da öğretmene "yok evde hiç böyle değiller" desem yine yalan çünkü bazende beni şaşırtırcasına birbirlerini düşünüyorlar. Mesela Ethem çikolataya bayılan bir çocuk geçen gün babasıyla gittikleri markette bir tane kendine bir tane de Efdal'e çikolata almış. babası onu denemek için Efdal'e de çikolata alıcak kadar param yok deyince ikisini birden bırakmış kardeşine alınmayınca kendisine de almak istememiş...

Bazen onların büyüdükleri zamanı düşünüp acaba aradan geçen onca yıldan sonra bu bağ daha da mı güçlenecek yoksa yok olup gidecek mi merak ediyorum. Şu anda yıllar aralarındaki bağı güçlendiriyor. Oysa ki ben birçok ikiz annesine göre onlara gerçekten ayrı ayrı birey olarak davranıyorum mümkün olduğunca ayrı aktiviteler de bulunduruyorum ayrı ayrı oyunlar oynatıyorum odalarını ayırıyorum...
Bu hayatı nasıl mutlu oluyorlarsa öyle yaşamalarını istiyorum. Birbirlerini çok sevsinler ama birbilerinden sorumlu olmadıklarını bilsinler istiyorum elbette kardeş onlar ikiz onlar ama hangi minicik kalp kendi büyük sorumluluğunun yanında bir de başka bir insanın sorumluluğunu taşımaya zorlanabilir ki.. ben bunu hiç istemem.. sevgileri mutlulukları daim olsun birbirlerine mümkün olduğunca yanlışı doğruyu göstersinler destek olsunlar hiç büyük ayrılıklar yaşamak zorunda kalmasınlar inşallah...

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Kuzucuklar Bursada..

Geçtiğimiz h.sonu artık kuzucukları da aldık geldik ama bu cümle kadar kolay olmadı oralardan koparıp da buraya getirmesi...
Yazın başında Ethem dedesine n'zaman Bursa'ya döneceklerini sormuş o da yağmurlar yağınca diye cevap vermiş... İçim pırpır yine her cuma akşamı olduğu gibi gittik yazlığa.. İçim pırpır çünkü biliyorum ki oralardan buralara getirmek çok da kolay olmayacak.. Önce herzamanki gibi öpüştük koklaştık sonra ben hemen başladım
"ayyy buralarda da kimse kalmamış.. hiç çocuk yok mesela!"
hemen cevap
"Hayıy anne bak Femii dede buyda hem Ali de vay"
"Hımm öyle mi? ama çok rüzgar çıkmış artık denize de girilmez artık"
"Annee ama oysun biz buyda kumda oynuyoyus ananem bize havuz yapıyor"
"Yaaa öyle mi? Ayy evdeki oyuncaklarınız sizi öyle çok özlediler ki!!"
"Aaa hangi oyuncaklarımız? oyuncak köpeği mi? anne buyda paşşat vay biliyoy musun? çok tatlı biy de benim oolumm vay adı kayabaş bak şimdi şuyaya geliy"
"Hımm tabii gerçek kediniz köpeğiniz olması daha hoşşşşşşş...."
İçimden geçen Allahım nolursun bir yağmur yağdır da ağlayıp zırlamadan bitirelim şu işi..
Veee cumartesi akşamı bahçede üçümüz oyun oynarken yüzüme bir damla geldi ve sonra bir damla daha ve sonra bir damla...
"AAaa yağmur başladı gördünüz mü?? ben dedim size gitme vaktimiz geldi diye.."
Efdal'in cevabı
"Anne o yağmuy değil. Ateş böcekleri oyun olsun diye bize tu atuyoylay yaaa!"!!!
Ethem'in cevabı
"Anne o yağmuy değil canım ben konuşuyken tükürüğüm geldi"!!!

SONUÇ
Pazar günü sabah kalkıldı anneyle birlikte zeytin tepe senin yollar benim dolaşıldı herkesle vedalaşıldı gene gelicez merak etmeyin diye teselliler verildi veeeeee bayramda tekrar geliceğimizin sözü alınarak öğle uykusu saatimizde Bursaya dönüldü...

19 Ağustos 2010 Perşembe

Sonra rahatım ohh...!



Bu karikatürü ilk facebookda okuduğumda güldüm sonra düşündüm sonra da tırstım...

Hayat eğer bu karikatürse ve ben bu karikatüre evet yaa doğru dediysem anladım ki şu anda 8 kareden ibaret olan bu karikatürün 6.sını yaşamaktayım.. hatta daha da ironik hayat denen kısım 7 kareden ibaretse sona daha da yaklaştım demektir... ya siz???

not karikatür facebook gençkolikten alınmıştır.. sonra hırsız olmıyalım bir de.. zaten son ikiyi yaşıyormuşum...

11 Ağustos 2010 Çarşamba

Süt Seansımız!!!


Ethem de Efdal de süt içmeye bayılıyorlar. Hergün belirli saatlerde süt seanslarımız var. Süt seanslarımız diyorum çünkü bu normal bir bardak süt alıp da içme şeklinde olmuyor. Şöyleki ikisinin de ayrı biberonları var Ethem biberonuna "benim biberonum" derken Efdal biberonuna "öteki biberon" diyor. Eğer evdeysek sütü mutlaka Ethem buzdolabından çıkarıyor vay sen misin sütü kendin çıkaran kıyametler kopuyor aksi bir durum olursa!!! Sonra süt açılıyor cezveye konuluyor ve yine Ethem illaki cezvenin içindeki sütü kontrol ediyor. İkisi de peşimde "anne şıcak oysun" diye dolanıyorlar tabii ki sıcakları ılık manasında ama kati suretle soğuk değil sıcak değil ılık bir süt!!! daha sonra seçilen biberonlar bana uzatılıyor ve biberon yine kati ama kati suretle ağızlarına kadar dolduruluyor; eğer biberon ağzına kadar dolu olmazsa özellikle de Ethem tarafından mutlaka red ediliyor!!! daha sonra ılınmış , ağzına kadar taşarcasına konmuş sütler o yumuk ellere alınıyor ve evin en büyük koltuklarından biri seçiliyor. Efdal kucağıma oturuyor , Ethem dizime yatıyor, anne kişi benim saçlarım eşit olarak ikiye ayrılıyor bir ucu Efdal'e bir ucu Ethem'e ikram ediliyor!!! Sütler içilmeye başlanınca Ethem den şöyle bir ses duyuluyor "anne yayaş yayaş sev beni" bu saçımla oyna demek oluyor ve ben Efdalimin koklaya koklaya öperken sütünü içmesini izliyorum bir elimle de canımoğlumun saçlarını okşuyorum!!! Sütler bittiğinde seansımız da sona ermiş oluyor...

8 Ağustos 2010 Pazar

Nadide...


Küçükken annem çalıştığı için bana evde ananem bakardı. Onu o kadar çok severdim ki normalde haylaz hareketli bir çocuk olmama karşın ; ananem kalp hastası olduğu için onun yanında çok uslu , uyumlu bir çocuk oluverirdim. Daha 30'una gelmeden kaybettiği bir yavrusu bir de çocukluk aşkı kocasına rahmen ; yıllarca babasından eziyet görmesine yokluk içinde hem kardeşlerine hem de zamanı gelince çocuklarına bakmasına rahmen o hiç bir zaman hayattan şikayet etmez bana hep güzel şeyler anlatırdı. Adı gibi "Nadide" bir insandı...
Adı gibi "Nadide" olan benden 1 yaş küçük bir de benim canım kuzenim var. Dayım annesine olan sevgisinden dolayı küçük kızına bu ismi layık görmüş...
Efendim ben durdum bunları niye anlatıyorum Ethem ile Efdal'in blogunda bunların n'ilgisi var şöyle ki...
Dün denizden herzamankinden bir kaç saat erken döndük ki Gölcükteki dayımlara gideceğiz. Duş sonrası Efdalimin saçlarını tararken döndü ve bana ,anne senin de ananen var mı? diye sordu. ben de benim de bir ananem olduğunu onu çok çok sevdiğimi ama artık onun yanımızda olmadığını öldüğünü söyledim. Bu sefer adını sordu onun adı "Nadide" dediğimde sessizce adını tekrarladı.
Saatler geçti dayımlara geldik. Efdal'le Ethem'i parka götüreceğim Kuzenim Nadideye seslendim "Nadide sen de geliyor musun?" Efdal bir anda durdu ve çok heyecanlı bir şekilde "Bak anne senin de ananen ölmemiş gördün mü?" dedi. İlk önce anlıyamadım sonra bizim için çok aşina olan bu durumun onun için çok karışık olduğunu fark ettim ve sadece güldüm...
p.c. fotodaki ananem en soldaki ben yanımdaki de kuzenim yadoş:))

4 Ağustos 2010 Çarşamba

4 Film 1 Belgin

Çocuklar tatilde olunca biz de eşimle en çok sevdiğimiz şeylerden biri olan sinemaya gitme işini keyifle yapabiliyoruz. 1 aya 4 film sığdırabildik.




İlk önce Alacakaranlık filmine gittik ki benim için tam bir düş kırıklığıydı. Eminim seriyi çok merakla izleyenler ve devam filmi bekliyenler bana kızıyorlardır ama bu son bölüm kati suretle 13-18 yaş grubuna hitap ediyordu bence. Zaten sonrasında da patostan cheetostan çıkan alacakaranlık dövmelerini görünce tamam dedim tespit doğru... Düş kırıklığı yaşamış olsamda eşimle yaptığımız film üzerine geyikler bizi gene de güldürmeyi başardı...



Sonraki tercihimiz Gece&Gündüz filmi oldu. Tom Cruise&Cameron Dıaz filmi. Tabii ki abartılı sahnelere sahip olan filmde biz çok eğlendik. Bu sevimli çift n'kadar da 40'lı yaşların sonunu yaşıyor olsalar da hala gayet hoş görünüyorlardı ona karar verdim bu arada. Zaten sanki 40'lı yaşlar insanlara daha bir yakışmaya başladı onu da düşünmeden geçemiyorum.



Bir sonraki filmimiz 3D olan Son Hava Bükücü.. Film başladı Allah'ım ben bu kareleri ezbere biliyorum. Nasıl yani bu kadar net biliyorum derken cnbc-e 'de Ethem'le Efdal'in izlediği Avatar çizgi filminin aynı olduğu aklıma geldi. Durdum düşündüm biz 30 yaşamızda izliyoruz çocuklar 3 yaşında bu filmleri:)) sonra da vay bu çocuklar büyümüş de küçülmüş. Büyürler de küçülürler de canım.. Ethem'le Efdal bir de o kadar dikkatli izliyorlar ki Avatar'ı pes dedim içimden 30 yıl sonra bu çocuklar nasıl filmlerden haz alıcaklar acaba... Neyse bir yandan bunları düşünüyorum bir yandan avatarın kısaltılmış turu filmi izliyorum bir yandan içime gözlükten dolayı sıkıntı geliyor.... Film güzel mi güzel.. 3D keyfi hoş mu hoş.. ama gerşekten o gözlüklerin biraz daha hafifleri yok mu ki?? yoksa ben iş çıkışı yorgundum da ondan mı benim gözümde büyüdü bilemiyorum. Bir de filmin ilk yarısının sonlara doğru kısmı 3D değildi.. Ben de iyice maymun oldum bi tak gözlüğü bi çıkart.. kendime uyuz oldum yanii o derece... bir de arada gözlükleri herkes güneş gözlüğü gibi tepesine takmadı mı?? süper vallahi.. ya mevzuyu daha uzatmayayım diyorum ama film çıkışı sinema ekibinin bir gözlük toplayışı vardı ki evlere şenlik; gözlüğü elinizden alıyorlar ve 1.5metreden diğer yüz tane gözlüğün arasında atıyorlar.. yuhh yani gözlüğün hali mi kalır tabii heryeri çizilir.. neyse zaten n'zaman bu carrefour avm'ye gitsem oranın yönetimine küfür edip çıkıyorum. İlk açıldığında böyle miydi?? arada ikram arabaları dolaşırdı şimdi koltuklar bile Allahlık..


Son filmimizde Başlangıç oldu Leonardo dicaprıo'nun başrolü oynadığı film.. o n'uzun film öyle gerçi biz bilerek girdik ve o konuyu ancak o kadar uzun bir filmle toparlamaları normaldi herhalde... Ben filmden çok etkilendim. Konsantrayonum da tam olarak izledim:)) Film de çocukları gördükçe gözümden yaşlar süzüldü ve çocuklarımı n'kadar n'kadar çok özlediğimi birkez daha anladım. Belki üzerinde en çok konuşulası film bu ama olurda filmi izlemek isteyen biri daha izlemeden bunları okursa diye terbiyesizlik olmasın film hakkında açık vermiyeyim... Yalnızca filmden çıktıktan sonra 5dk böyle bir sersem oldum.. Konuyu kaçırmıyayım diye mi farketmeden çok dikkatli izledim yoksa filmin beni sürüklemesinden mi bilemiyorum sanki çıkışta beni teste tabii tutucaklarmış gibi dikkatli izlemişim filmi:)))
İşte de böyle günlerden perşembe yarın Allah'ın izniyle ben kuzucuklarımın yanındayım..

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Kabul ediyorum onlarsız da olmuyor artık...

Durdum düşündüm de çocuklar anane&dedesinin yazlığına gideli koskocaman 1 ay olmuş... Bu da demektir ki ben 1 ay içinde 1 senede yapmadığım kilometreleri katettim.. Belki de çocukların vesilesiyle ben de her hafta sonu denizli kumlu güneşli tatil yapıyorum.. Mızlanmak günaha girmek olabilir.
Tam 1 aydır eşimle eve akşamın bir körü girip sabahın bir körü iş için çıkıyoruz. Sanki çocuklar evde olmayınca eve girmemiz yasakmış gibi ya da hazır çocuklar yokken 10 aydır aklımızdakileri yapmamız gerekiyormuş gibi...
Ama bu pazar yazlıktan dönerken ve karnımız açlıktan zil çalmışken gecenin 2'sinde vardığımız Bursada açık bir mekan bulmuş bir yandan n'de olsa anadolu şehri kardeşim yaşam durmuş buralarda diye söylenirken (çok şımarığız tabii sanki çocuklar varken biz her pazar gecenin ikisinde dışarlarda fink atıyorduk neyse artık) farkettik ki bu 1 ayda hızlandırılmış kurs misali hızlandırılmış gezme tozma işinden çok yorulduk... Kalan şu 1 aylık süreçte biraz daha normale dönelim bari diye konuştuk.. Döndük mü ? döneceğiz mi bilinmez ama dün ilk defa normal saatlerde girdiğimiz evimiz bana pek bir ruhsuz pek bir cansız geldi.. N'yapacağımı şaşırdım. Yemek yaptım yedik bitti, bir kitap aldım okudum bitti, çamaşır yıkadım astım geçti.. Bari bir film izleyeyim dedim baktım baktım beğenemedim , çocukların odasına girdim kızıma süpriz hazırladığım toka kutusunu açtım yeni aldığım tokayı koydum hüzünlendim ağlamaklı oldum kendime geldim kendi kendimle çeliştim sen değil miydin bu çocuklar beni delirtecek diyen sen değil miydin yarış atına döndüm bu nasıl iş diyen diye söylendim geçti en sonunda da durdum durdum ütü yapmaya başladım eşimin ben yatıyorum demesiyle rahat bir nefes aldım ve yaşasın demek ki uyuma vakti gelmiş diye ışık hızıyla yatağa attım kendimi ve günü bitirdim..

28 Temmuz 2010 Çarşamba

Annelik garip birşey...

Dün benimkileri arayıp nasıl olduklarını sormuştum; annem de iyiyiz ama Efdal biraz öksürüyor o yüzden denize gitmedik demişti. Sanırım bundan etkilendim bütün gece Efdal'le ilgili kabuslar gördüm ve hep ağlayarak uyandım. Sabah aradım nasılsınız diye. Çok iyilerniş ben bütün gece kabuslarla uğraşırken kızım da pizzalarla uğraşmış. Sabah da ananesinden pizza istemiş, anane işte o da pizza vari birşeyler yapmış onları yiyip binmişler arabalarına ben aradığım da yoldalardı gezmeye gidiyorlarmış fonda Efdal'in sesi şarkı söylüyor telefondan bile anlaşılacak kadar mutlu.. oğlumla da kızımla da konuştum.. kızım bir de bana potbori yaptı. Ohh dedim rahatladım.Annelik garip birşey;
onlar hasta ben daha beter hasta...
onlar üzgün ben kahrolmuş...
onlar mutlu ben huzurlu...

27 Temmuz 2010 Salı

Ben de seni özlemişim...



Up uzun bir aradan sonra merhaba blogum...
hoşbuldum.
evet seni unuttum.
Unuttum mu dedim? yalan savsakladım.
Yok yok savsakladım mı dedim? senden kaçtım...
Ama bir sor n'den diye? Çünkü insanlar beni korkutur oldu. Şu dünyada insandan daha büyük bir canavar var mı acaba??? yok di mi?? Küçücük yavruları para için kaçıran öldüren insanlar... Küçücük yavrulara tecavüz eden yine o insanlar... Küçük yavruların fotolarına bakıp bakıp fantazi kuran yine bu insanlar... İnsan insandan korkmasın da n'yapsın?? ben bu canavarlardan korkmayayım da n'yapayım...
Kesin olarak birşeyler yazmamaya karar vermiştim ama bugün oturup da geçmiş yazıları okuyunca ve okudukça da yazmasaydım bunları hatırlayamayacağımı farketmemle durum biraz değişti.Sanırım biraz daha özelimize dikkat etmeye çalışarak blog hayatıma devam edeceğim. Belki tek tesellim zaten yüzlerce insanın okuduğu bir bloga sahip olmamam.. Böylece zevkle yazmaya devam edebilirim.
Ethem ve Efdal uzun tam tamına 1 aylık okula alışma döneminden sonra okula keyifle gitmeye başladılar. Ama o 1 ay resmen kabus gibi geçti. Bir biri ağlıyor bir biri ağlıyor gece daha yatarken yarın okula gitmiycem diye pazarlıklar yapılıyor sabah daha gözler açılmadan yaşlar süzülüyor. Açık söyliyim pes etmek üzereydim. Dedim yemişim okulunu en kötü ihtimal bu paraya 2 tane cillop gibi bakıcı bulurum. Gel görki sanki benim bu hissiyatımı anlayan çocuklar pat diye okula gitmeyi ister oldular.. Şarkılarla türkülerle okula gider oldular ta ki temmuz ayı gelene kadar. Kışın dedesi ve ananesi bizimkilere sürekli yazın sizinle yazlığa gidicez, orada denize gidicez,kumda oynıyacağız, bahçe sulayacağız v.s.diyorlardı benimkiler bunu hiç akıllarından çıkarmamışlar tabii. temmuz ayının gelmesi ve tabii okuldaki bir çok arkadaşının yaz okuluna kalmamasıyla benimkiler yine okula gitmiycem senfonisine başladılar. Biz de aldık götürdük yazlığa.. Onlar yazlıkta ben Bursada h.sonu ben de cumadan onların yanında git gel halindeyim. Mutlular mı çok, eğleniyorlar mı çok, 1 ayda gelişmişler mi çok, birbirimizi özlüyor muyuz çokkkk!!! Bu şekilde bir yaz geçiyoruz bakalım. Ağustosda n'yapacaklar bilmiyorum. Her pazar benimle dönecek misiniz diye soruyorum cevap aynı biz burada kalıcaz sen de tatilde gel... İşte de böyle blogcum. Umarım tekrar yazarım.. ben de senin özlemişim..

7 Mayıs 2010 Cuma

3.Yaşgünümüzü tüm Bursa da etkinliklerle kutladık:))




Evetttt sonunda benim yavru pınçak minik kuzucukların 15 Nisan daki yaşgünlerini yazmaya fırsatım oldu.


Benim canımın içleri 3 yaşlarını bitirdiler.




Bu seneki yaşgünleri tam da okula alışma dönemlerine rastladığı için n'olduğunu anlayamadan geçti. Önce okulların da güzel bir kutlama yaptık, hafta sonunda da ailelerimizle dışarıda bir kutlama yaptık.


Efdal kendine üstünde Pıngu'nun olduğu bir pasta , Ethem de Mcqueen arabalı bir pasta seçti. Onlara süpriz amaçlı ben de üstü resimli tabaklar bardaklar aldım. Doğumgünü vesilesiyle hem sınıflarını daha yakından görme fırsatım oldu hem de arkadaşlarını. İçim bir kere daha rahat etti bulundukları ortamı görünce..Allah'ım hepsi birbirinden tatlı 11 çocuk. hepsi uykudan uyanmış giyinmişler sınıflarını süslemişler bizi bekliyorlardı. Pastalar üflendikten sonra öğretmenlerinin "Haydi party zamanı" deyip de müziği açmasıyla sanki 5 dk önce o hiç konuşmadan pastalarını yiyen çocuklara bir haller oldu ve hepsi birden aynı anda elektrik vermişsin gibi dans etmeye başladılar. Bütün bir doğumgünü partisi boyu yüzümdaki şaşkınlık sırıtmasını silemedim.... Çok ama çok ama çok tatlıydılar..




okuldaki kutlamamız bitince hep beraber bu sefer işyerine geldik. Ethem ve Efdal için bizim işyerine gelmek doğumgünü partisinden de daha zevkli.. her yeri karıştırıyorlar bir aşağı bir yukarı in çık rafların arasında koştur babam koştur, olmadı al eline kağıdı delgeçi kaşeyi bas babam bas o da olmadı çık malzeme arabasının üstüne gez babam gez...


Tüm bu hafta içi kutlamalarından sonra hafta sonu da dışarı da bir kutlama yaptık. Kütahyadan canım dostlarımız Fatma&Yakup ve güzel kızları Doğa da bize katıldılar. Hep beraber yedik içtik yine ta Kütahyadan gelen özel pastamızı kestik biçtik afiyetle yedik bütün hafta sonu da Ethem ve Efdal'in seveceği yerlere giderek 3. yaşgünü kutlamamızı bitirdik... çok şükür...





Ben çocuklar doğduktan sonra zaman kavramını daha bir karıştırır oldum. Sanki dün hamileydim onlara, ama bebeklikleri sanki çok uzak ya da sanki daha geçen gün ilk defa anne dediler ama büyümeleri çok zaman aldı.. yani bilemiyorum herşey karman çorman.. Bir bakıyorum 3 yıl geçmiş ve artık çocuk olmuşlar sonra bir bakıyorum hayvanat bahçesindeki hayvanların onları beklediğini düşünecek kadar bebekler.. Yani onlar benim için n'çok küçükler n'çok büyükler.. Dedim ya zaman kavramını iyiden iyiye karıştırmış durumdayım... iş ki bu arada biz de yaşlanmasak bariiii....




22 Nisan 2010 Perşembe

Çocuk işi sabır işi...

Bu aralar öyle bir okul derdine, yeni bir düzen kurma derdine ve tüm bunları yaparken de iş yerini aksatmama derdine düştüm ki bir de bakmışım blog mlog unutulmuş...

Ethem ile Efdal öyle bir ruh halindeler ki okula gitmeyi çok isterken diğeri istemez ve ağlarsa benim n'yim eksik ben de ağlarım, ben de isyan ederim şeklindeler. Bir bakıyorum gayet mantıklı güzel güzel herşeyi kabullenmişken okul kapısında yaygarayı koparıyorlar. Bu arada hiç mi birşey düzelmedi?? düzelmez olur mu? elbette yoluna giren şeyler var. Herşeyden önce oğlum az buçuk da olsa okulda karnını doyurmaya başladı sonra okul kapısında ağlama krizlerimiz yerini sadece krize girmeden ağlamaya bıraktı , arada ben okulda uyumam tavırlarımız bitti. Demek ki n'ymiş sabretmek de herzaman ki gibi fayda varmış. Zaten çocuklar doğduğundan beri öğrendiğim en önemli şey bu oldu. Çocuk işi sabır işi....

Okula alışma sürecimiz hala devam etse de şu ana kadar denediğim ve okula alışma sürecinde işimize yarayan şeyleri maddelemek gerekirse;


1. Kararlı olmak herşeyden önemli çünkü çocuk resmen gözlerinizin içine bakarak acaba annem beni burada bırakmaya gerçekten kararlı mı yoksa çok yaygara yaparsam gözü korkup yeni bir formül mü bulur diye anlamaya çalışıyor.


2.İşe yarayan en büyük çözümlerden biri gördüm ki; sen artık büyüdün abi oldun, abla oldun... Niyeyse büyümeye çok meraklılar:))


3.Evde onlara sürekli okuldan bahsetmemek illaki bir şey söylenecekse bunu babaya söylüyormuş gibi yapmak. Yani kocacım sana söylüyorum oğlum&kızım sen anla...


4.Okula alışana kadar orada kendilerini güvende hissetmedikleri için evde bol bol fiziksel temasta bulunma. öpme, koklama, dans etme vs.


5.Okulda kalma korkuları olduğu için hafta sonları ve akşam saatlerinde okulun açık olmadığını ve okulda kimsenin kalmadığını sıksık hatırlatma. Bu gerçekten çok önemli. Hatta biz bir pazar günü okulunda kapandığını kendilerinin de görmeleri için onları okullarına götürdük. Bana gerçekten de içleri biraz daha rahatladı gibi geldi.


6.Evde ben okula gitmeyeceğim diye mızıkladıkları zaman 40saat meram anlatmaya çalışmama. Bir kere anlatıp sonrasında devam ederlerse tamam deyip olayı uzatmadan kapatmak. Lakin soyut düşünemedikleri için siz 1.000 kere de söyleseniz onlar bildiklerini papağan gibi tekrarlıyorlar.


7.okula gitmenin büyümekle eş zamanlı gelişen doğal bir şey olduğunu anlatmaya çalışmak. Yiyorsa bunu anlatın tabii bunu bir öneri olarak söylemişim gibi kabul edin:))


8.sabırlı olsun... Sabır sabır yaaa sabır ... sabır sabır yaa sabır belki de akıllanır... göksel şarkısını bol bol dinleyin..


hadi ben kaçtım..


hamiş;

bu arada çocukların yaşgününü kutladık... başka bir postta örnekli fotolarla çocukların müzik duyunca nasılda elektrik vermişcesine dans ettiklerini yazarım..




9 Nisan 2010 Cuma

Neşeli Çocuk Yetiştirmenin Yolları


Bugünlerde Efdal evde çok mutsuz. Her iki lafından biri "ben okula gitmiycem" ... 1 hafta önce bu kadar hevesliyken şimdi n'oldu anlamakta o kadar güçlük çekiyorum ki. Acaba okulda bir şey mi oldu diye kendi kendime sormaktan alıkoyamıyorum. Efdal'e soruyorum okulda canını sıkan birşey mi oldu diye net cevaplar alamıyorum. Okula gitmek istemediği için birşeyler uydurmaya çalışıyor ama uydurmayı da beceremiyor. Bugün bu son 3 gündür olduğu gibi yine ağlaya ağlaya gittik okula... Hele öğretmeni kucağına alıp da sınıfa götürmeye kalkınca yer yerinden oynadı , resmen tepinerek ağlıyor.. Onu görünce Ethem boş durur mu o da başladı ağlamaya oysa gayet neşeli isteyerek okula gelmişti... Offf vallahi bir sorun bitse diğeri başlıyor... Aşağıdaki yazıyı biraz önce okudum arada hatırlamak adına buraya da yazmak istedim..

Neşeli Çocuk Yetiştirmenin Yolları
Neşeli ve mutlu olmak, çocuğun anne babasından alabileceği en büyük hediyelerden biridir. Şunu da belirtmek gerekir ki, anlık neşe ve sevinçle (Örneğin çocuğa yeni bir oyuncak ya da yiyecek türü bir şey almak) sürekli sevinç ve mutluluk arasında derin bir farklılık vardır. Doğrusu çocuklar gezmek ister ve büyükler gibi derin bir mutluluk duymaya ihtiyaçları vardır. Gerçek neşe, çocuğunuzun ruhunu etki altına alan ve onda dünyanın her şeyi güzeldir hissi uyandıran daha derin bir konudur. Uzmanlara göre neşeli çocuğun belirli özellikleri vardır. Bu cümleden; Onur, anlayış ve kendine hâkim olmayı sayabiliriz. Bu özelliklerin oluşturulup geliştirilmesi sanıldığından daha kolaydır. Burada, çocuğunuza yardımcı olup hayata pozitif bakabilmesini sağlayacak 11 metot sıralanmıştır
1- Eski Uğraşlardan FaydalanınBaşarılı çocuklar genellikle neşeli olanlardır; ama hayatın problemlerine karşı çocuğunuzu hazırlamak amacıyla harcadığınız çaba, onun zamanının tamamını çeşitli programlarla doldurmanıza sebep olur. Baskının azalması için bütün çocukların bir zamana ihtiyacı vardır. Oyun ya da ders esnasında onlara bir mola verin ve bırakın hayalleri onları yönlendirsin ve özgürce oyun oynasınlar. Mesela fırsat bulduklarında haşere avlasınlar; kardan adam yapsınlar veya ağ ören örümceği seyretsinler. Bunlar, çocuğun hayal duygusunun gelişmesine ve dünyayı kendi adımlarıyla keşfetmelerine sebep olur.İyisi mi sizler de meşgale dolu programlarınızı azaltın ve biraz olsun onlara eşlik edin.
2- Başkalarına Yardım Etmeyi Çocuklarınıza ÖğretinNeşeli olabilmesi, büyük bir topluluğun değerli bir üyesi olduğunu ve başka bireylerin hayatına anlam katabileceğini hissetmesi için yardım etmeyi öğrenmeli. Uygun fırsatlar yaratarak bu duyguyu onda uyandırın. Artık ona lazım olmayan eski oyuncaklarını kaldırın ve ondan ihtiyacı olan ailelere vermesini isteyin ya da bir markette fakirlere verilmek üzere bir miktar gıda maddesi almasını isteyin.Çocuklar başkalarına yardımın hazzını küçük yaşlarda alabilirler. Örneğin siz fazla kumaş kırıntılarından bir bebek yaparken, iki yaşındaki çocuğunuz size yardım edebilir ve bebeğin gözünün ve ağzının nerde yer almasını söyleyebilir.
3- Çocuğunuzla Birlikte Fiziki Faaliyetleriniz OlsunÇocuğunuzla birlikte yürüyüşe çıkın; oyun oynayın veya bisiklete binin. Böyle yaparak çocuğunuzun bünyesini güçlendirmenin yanı sıra onu neşelendirir ve yüzünün gülmesini sağlarsınız. Çocukları faal tutmak, streslerini azaltır ve enerjilerini sağlıklı bir şekilde boşaltmalarını sağlar. Sağlıklı çocukların fiziksel güçleri daha fazladır. Çocuklar dış görünümlerine üzülmekten ziyade, yaptıkları işlerle iftihar ederler. Çocuğunuzu ilgi duyduğu işe teşvik ederseniz, onu neşelendirmek için yeni bir metot kullanmış olursunuz.
4- Çocuklarınızla Birlikte GülünÇocuklarınıza espri yapın; komik şiirler okuyun. Gülmek çocuğunuz ve kendiniz için faydalıdır. Bunun tam anlamıyla fizikî bir delili şudur ki; güldüğünüz zaman üzüntü ve ıstırap gider ve daha fazla oksijen alarak rahatlarsınız.
5- Çocukları Överken Yaratıcı OlunÇocuğunuz hedefinde başarıya ulaştığı zaman veya bir beceri kazandığında, “iyi yapmışsın” cümlesiyle yetinmeyin. Etkili bulduğunuz detaylara işaret edin. Mesela şöyle deyin: “Kitabın özetinde kahramanın vasfı için öyle bir metot seçtin ve öyle güzel ki, onun hayatta olduğunu hissediyorum.” Ya da şöyle deyin: “O ağaçların resmini yapmak için kullandığın metodu çok beğeniyorum.” Böyle bir davranış, resmi bir şekilde sırtına vurarak ‘Aferin’ demekten daha anlamlıdır. Genel olarak teşvikte ifrata kaçmayın. Dördüncü sınıf öğretmenlerinden biri şöyle der: “Önceleri her Perşembe öğrencilere ödül verirdim fakat daha sonra görevlerini yerine getirmek için değil, ödül almak için çalıştıklarının farkına vardım.” Çocuğunuzun gerçek hoşnutluğun bir işi yapıp tamamlamakta olduğunu idrak etmesine çaba gösterin.
6- Eğer çocuğunuz kötü huylu ve bahaneci ise, hasta değilse muhtemelen açtır. Yemek zamanı değilse ara öğünlerden faydalanın; ama ara öğünü gıdalı yiyeceklerden olmasına dikkat edin; sadece karın doyurma maksatlı olmasın. İyi yemek, bahanecilik gibi ani davranış değişikliklerini azaltır ve sağlıklı olma hissini uyandırmaya iyi gelir. Faydalı ara öğünler şunlardan ibarettir: Az yağlı yoğurt, taze veya kuru meyve, buğday ekmeği, tereyağı ve reçel.
7- GülümseBir çocuğa hiçbir şey tatlı bir gülümsemeden daha fazla güven duygusu veremez. Bu gülümseme, “Seni seviyorum” un kısa ve faydalı özetidir. Gülerken kucağınıza alın onu. Unutmayın ki, bu gülümsemeler ve kucağa almalar sadece çocuğunuz için değil, sizin için de yararlıdır.
8- Çocuklarınızın Sözlerini Dikkatle DinleyinÇocuğunuz için hiçbir şey, tüm dikkatinizin onda olduğundan daha önemli değildir. O esnada zihninde olanları size söylüyor. Daha iyi dinleyici olmayı istemez misin? Tüm dikkatinizi çocuğa verin. Güncel işlerinizle meşgulken çocuğunuz konuşmaya başladığında, bütün işlerinizi bırakın ve dikkatinizi ona yöneltin. Hiçbir zaman sözünü kesmeyin; düşüncelerini bölmeyin; hatta daha önce aynılarını duymuş olsanız bile. Sözünü kesmeden tüm dikkatinizle çocuğun sözlerini dinleyebileceğiniz altın fırsatlar, araba kullanırken çocuğunuzun yanınızda olması ve gece yatar kendir.
9- Salt İdealizmi BırakınHepimiz çocuklarımızın her işi en iyi şekilde yapmasını isteriz. Fakat onların yaptıklarını tamamlamaya ve düzenlemeye kalkıştığımızda, ister istemez onların güven duygularını zayıflatmış oluruz. Ünlü bir yazar şöyle der: “Bir anne çocuğunun temizlemeği unuttuğu bir yeri tekrar temizlerse, ona kendisinin o işi iyi yapamadığını söylemiş gibi oluru ve maalesef çocuklar çok çabuk inanırlar yeterliliklerinin olmadığına.Bir kez daha çocuğunuzun tamamlayamadığı bir işi yapmaya kalkıştığınızda kendinize sorun:
1- Bu konu, sağlık gibi hayati bir konumudur?
2- Bu konu 10 yıla kadar öylece kalacak bir konu mu?Cevabınız olumsuzsa, yani o iş önemli bir konu değilse, bırakın çocuk bildiği gibi yapsın. Beceri kazanması için çocuğa yardım etmek, anne babanın görevlerinin büyük bir bölümünü teşkil eder. Çocuğunuzla aranızdaki sevgi bağı, onun masayı toplarken çatalı yerine koyup koymadığından daha önemlidir.
10- Çocuğunuza Sorunlarını Halletmesini ÖğretinAyakkabısının bağını bağlamaktan caddeyi güvenli şekilde geçmeye kadar çocuğunuzun kazandığı her beceri, bağımsızlığa ve kendine güvene atılan bir adımdır. Hatta onun bu konularla karşılaşabileceği ve üstesinden gelebileceğini bilmek, onun kendisiyle barışık olmasına yardımcı olur. Çocuk, oyun arkadaşından eziyet görme ve dağılan puzzlelerini dizme gibi bir sorunla karşılaştığında, ona şu şekilde yardımcı olabilirsiniz:
1- Sorununu teşhis edin.
2- Onun aklına gelen çözüm yolu olup olmadığını sorun.
3- Nelerin o meseleyi çözeceğini belirleyin.
4- Onun tek başına mı yoksa sizin yardımınızla mı ilerleyeceğine karar verin.
5- Yardımınıza ihtiyacı olduğunda, yardım edeceğinize inandırın.
11- Çocuklarınıza Kendilerini İspat Etme Fırsatı VerinHer çocuğun kendine has yeteneği vardır. Yeteneğini göstermesine neden izin vermezsiniz? Kitap okumayı mı çok sever? Yemek yaparken size kitap okumasını isteyin. Alışverişe gittiğinizde bırakın o seçim yapsın. Çocuğunuzun sevdiği işlere ortak olmanız, o işleri yapmanın etkisi altında kaldığınızı gösterir

Not. yazı bebekanneleri sitesinden alınmıştır.

7 Nisan 2010 Çarşamba

Şimdi anaokullu olduk... Sınıfları doldurduk.. Delirtiriz annemizi... Yaşasın çocuk olmak..

Sonunda kafamı toparlayıp yazma fırsatı buluyorum.

1 Nisan itibari ile Ethem ve Efdal anaokullu oldular. Öncesinde sonrasında yaşanan , yazmak istediğim çok şey var ama n'rden başlamalı bilemiyorum.

Ethem ve Efdal için seçtiğimiz anaokulu işte burası http://www.ilkcizgi.com/

Anaokulu seçme işi tahminimden çok çok daha zorlu geçti benim için. Armudun sapı üzümün çöpü derken ilkçizgi imdadımıza yetişti. Öğretmenlerinin de tavsiyesi ile benimkiler 1 Nisan dan 1 hafta öncesinden ara ara okula gitmeye başladılar. Beraber okula gittik, anane,dede ve ben onları beklerken bizimkiler okula alışmaya çalıştılar. Benim işim olduğu için ben çok kısa aralıklarla bekleyebildim ama anane ve dedeleri onları beklediler dönüşte de alıp getirdiler.

Aynı tahmin ettiğim gibi Ethem daha çok problem çıkardı. Hatta şöyleki; ilk gün hep beraber okula gittik Ethem ve Efdal çocukların bölümüne geçerken biz girişte kaldık. Hazır gitmişken evrakları tamamlıyalım diye ben kayıt formlarını doldururken orada şöyle bir soru ile karşılaştım

"çocuğunuzun özel bir durumu var mı?" "Hımmm var mı? var elbet her çocuk kendine özel bir sürü şey yapıyor!!! ama Ethem bunlara ek olarak fırsat buldukça çaktırmadan mekanı terk ediyor!! yazsam mı evet yazmalıyım" diye düşünürken ve bunları satırlara dökerken içerden bir hatta bir kaç öğretmenden gelen ses "Ethem.... Ethem... n'rdesin???" tahminlerim gene beni yanıltmadı ve Ethem kaşla göz arası gene kaçmış... Allah'ım n'yapıcaz n'edicez diye düşünürken ben ; imdadıma okulun kurucusu ve psikolog olan Tülay hanım yetişti. "Ethem'i bir süre serbest bırakıcaz istediği kadar okulu dolaşıcak heryeri gezdikten öğrendikten sonra merak etmeyin kaçmayacak uyum sağlıyacaktır." İnşallah Allah'ım diye ben dualar ederken bu sefer de küçük bey artık inadından mı yoksa yeterince kendi kendini doyurmayı bilmediğinden mi emin değilim yemek yemede sorun çıkarmaya başladı. N'sabah n'öğlen yemek yemiyormuş sadece ikindi yemeklerinde muhtemelen ıvır zıvırı çok sevdiği için atıştırıyormuş... Tabiii durum böyle olunca da okul dönüşü daha üstlerini çıkarmadan mutfağa koşuyorlar.. ben bir telaş içindeyim biliyorum ki kendi kendine yemek yemeyi öğrenmesi için onu rahat bırakmam lazım ama ben çocuğum zaten okulda aç kalmış psikolojisi ile gene başlıyorum ağızlarına tıkıştırmaya...

1 Nisandan beri 4 gün okul günü olarak geçti... bunlardan son 2 gündür sabahları okula Mert ve ben bırakıyoruz akşamları servisle dünüyorlar.. Efdal 4 gündür gayet uyumlu bir şekilde okulu terketmemize izin verirken Ethem ortalığı yırtıyor. Ağlıyor, montunu çıkarmak, ayakkabısını değiştirmek istemiyor, bağırıyor vs.... Oradaki öğretmenleri onu kandırırken biz kaçıyoruz. Kaçıyoruz demişken geçen gün annemlerin söylemesiyle farkettim ki okulun kapısına bir de zincirden kilit asmışlar:))) Sebebi de Ethem:))) koskoca okulun kapısı Ethem yüzünden zincirlenmiş çok güldüm:))

Gelelim Efdal'e... Günlerdir uyum içinde okuluna giden kız, dün akşam tam uyku saatinde "ben yarın okula gitmeyeceğim" dedi. Önce Mert'le çocuğumun uyku sersemliğine verdik ama bu sabah anladık ki hiçde sersemlikten falan yapmıyormuş. Sabah kalkmasıyla ağlamaya başlaması bir oldu. "ben okula gitmiycem, ben evde durucam, beni ananeme dedeme götür, ananemi çağır " ağlıyor bu sefer ondan extra güç alan oğlum da başladı ağlamaya evde bir kıyametdir kopuyor. Mert'le n'yapıcağımızı şaşırdık... sinirlerimiz bozuldu , gerildik 40 türlü numarayla giydirip arabaya bindirdik.. (bu arada o ağlama sırasında süt isteyen oğluma süt içirip biraz kırgınlığı da var diye ilaç vermiştim) Okula gittik öğretmenlerinden izin alıp beraber havuza indik "bakın bugün havuz dersiniz var vs" yapılan kandırmacalarla gene okuldan kaçtık ama yeterince başarılı olamadık ki okuldan gelen Ethem'in öksürmeye başlayıp kusması arkasından ağlama krizine girmesi onu gören Efdal'in da ağlamaya başlaması ve öhürmeleri ile okula geri çağrıldık. Bu sefer ben yalnız olarak gittim , baktım olmayacak biraz da hasta diye alıp Ethem'i ananesine bıraktım.

Sonuç mu?

Efdal okulda

Ethem ananede

Anne işte...


Yarın n'olacak?? nasıl geçicek??? büyük merak içindeyim... Hatta sadece merak değil tedirginlik içindeyim...

Anladım ki benim gözümde bazen çok büyük bazen çok küçük olan çocuklarım aslında daha çok küçükler...

Anladım ki okula hemen alışmış gibi görünen bir çocuk da aslında alışmamış olabilirmiş...

Anladım ki bu anaokulu maceralarımız hergeçen gün şekil değitirerek devam edecek..

Anladım ki anne olmak için sabır taşı olmak lazım...

Anladım ki çocuğu bir kere doğurdun mu yandın , heryaşı ayrı zor...

Anladım ki bana rahat yok...

Anladım ki bu yazının suyu çıkmak üzere...


18 Mart 2010 Perşembe

Yorumsuz...

Efdal ve babasından gece yatma öncesi bir diyalog;

_ bardak n'demek kızım?
_içmek demek

_tekerlek n'demek kızım?
_sürmek demek

_tabak n'demek kızım?
_yemek demek

_araba n'demek kızım?
_gezmek demek

_toka n'demek kızım?
_takmak demek

_işe gitmek n'demek kızım?
_ağlamak demek

.........................
_ama işe gitmek demek ağlamak demek değil ki. çalışmak demek, para kazanıp yemek almak, oyuncak almak demek...
_evet ama çocuklar için ağlamak demek. Annesi işe giden çocuklar arkalarından ağlarlar... yaaa sen bilemedin onu...

yorum yazasım yok bu diyaloğun altına yaşayan bilir.....

8 Mart 2010 Pazartesi

Bir anaokulu buldum inşallah:)

Benim cücüklerime sanırım içime sinen bir okul buldum. Sanırım diyorum çünkü gene çetrefilli birkaç durum mevzu bahis. Birkaç arkadaşımızın tavsiyesi üzerine gittiğim bir okul içime sindi. Sorun şu ki benim asıl göndermek istediğim yerdeki şubeleri yeni binalarına haziran gibi geçiyorlarmış , gerçi bu sorunu da mayıs&haziranda çocukları diğer bir (benim burası çok uzak diye tutturduğum ) şubeye göndermekle çözüyoruz.

Ayyy babamın niye bu durumu anlamakta zorlandığını yazarken anladım:))) şu şubeymişte bu şubeymiş:)))

Çok düşünüp de kendimce belirlediğim "çocuklarım n'rede olduklarında aklım onlarda (çok fazla) kalmaz?? " kriterime uyuyor inşallah...

N'yse efendim bu sorunu da çözdüm gibi olmamın bir rahatlığı var üzerimde. İşte üzerimdeki bu rahatlamayla çocuklara okul alışverişine çıktım. İçimde alışveriş yapmak istememin vermiş olduğu bir bomba fakat evde bekleyenin çok olmasından kaynaklanan da zaman sıkıntısı olunca Mert'le yaptığımız alışveriş görülmeye değerdi.

Koca mağazanın bir ucundan Mert bana bağırıyor "Belgin bak bak bu nasıl??" " Ayyy harikaymış al al" koca mağazanın diğer ucunda ki ben "Merttt bak bak bu nasıl?" "Aaa iyiymiş al al" şeklinde ki görgüsüzceki alışverişimiz , ikimizin arasında fırdöndü olan mağaza yetkilisinin bile gülme krizine girmesiyle son buldu... İyiki de son bulmuş çünkü biz resmen kendimizi kaybetmişiz. N'oluyor yani di mi? n'bu şımarıklık? Aslında olan şımarıklık olayı değil; belki insanların 1-2 ayda yaptıkları alışverişi bizim zaman olanaksızlığımızdan dolayı yarım saat içinde tamamlamaya çalışma girişimiz. N'yse bu da geçmiş oldu fakat eve gidince farkettik ki ikimiz de çocuklara hep üst almışız altları gene açıkta... Bu bahane ile birkez daha fütursuzca alışveriş yaparım inşallah....

2 Mart 2010 Salı

Bursa'nın anaokullarını geziyorum 1.

Bugün çocuklar için ilk anaokulu gezimi yaptım. Eve yakın olsun, işe yakın olsun mantığı ile bir anaokuluna gittim.
Anaokulunun kurucuları bana çok samimi geldi, gayet güzel güven duygusu yarattılar. Okulun bahçesi çok büyük ve kullanışlı ama bina için aynı şeyi söyliyemeyeceğim. Hem sınıfları bana biraz küçük geldi , hem oyun odalarına içim ısınmadı hem de tuvaletleri bana antipatik geldi. Binanın içi bol dik merdivenli bu da bir eksi benim için ve sanki üst katlara çıkıldıkça hava soğumaya başladı. Yemekleri anladığım kadarıyla mümkün olduğunca doğal sebzelerden yapmaya çalışıyorlar, hatta salçalarını, reçellerini yazdan hep beraber oturup yapıyorlarmış ; yemekhane bölümleri hoşuma gitti. Uyku odaları da geniş ve ferah..Tam çocukların uyku saatlerinde gittiğimiz için eğer gönderirsek olucak sınıflarını görme imkanı da buldum. Bana biraz küçük ve boş geldi. Bir an benim çocuklarım bütün gün burada mı zaman geçirecekler diye düşündüm? ve bu düşünceden hoşlanmadım. Millete çocuğunu bırakıp da okula gönderemiyor diye kızarken benim için de durum farksızlaşmaya mı başladı n'??? Gerçi benim tercih şansım yok. En iyi okulu onlara bulmaktan başka yapacak birşeyim de yok...
Şimdi sıra aklımdaki diğer okulları gezmeye geldi. Bir an için korkmaya başladım ya ben istediğim gibi bir okul bulamazsam!!! bulmalıyım....

19 Şubat 2010 Cuma

saat olmuş 15.20 amannnnnn....

Ayyy şu yok zamanımda blogun biraz havasını değiştireyim diye düşündüm; be deli çok mu zamanın var... ? oydu budu derken içimden yeter diye bağırmak geldi vallahi.. işte de son hali bu daha fazla uğraşamıycam:) İşim gücüm boyumu aşmışşşş zaten.. hem de cuma günü hem de ertesi gün tatil... saat olmuş 15.20 amannnnnn....

17 Şubat 2010 Çarşamba

YARAMAZ ETHEM...

Dün ben artık giymediğimiz kıyafetleri ayırayım da vereyim diye uğraşırken Ethem ve Efdal de acaba nasıl yaramazlık yapabiliriz diye uğraşmaya başladılar. Benim çocuklarla yeterince ilgilenememem onlarında bunları fırsat bilmesi Mert'in de stress yaratmasına sebep oldu. Herneyse ben amannn boşver iki yaramaz n'kadar yaramazlık yapabilir ki diye koyvermişken içerden Ethem'in siren şeklindeki "Anneeeee anneeeee" diye sesiyle kendime geldim. Bir panik odaya koştum Ethem'in suratında büyük bir mutlulukla karşılaşınca içim hop etti ve içimden "Eyvah Belgin yandın kızım bu kesin çok fena bi halt yedi" diye geçirdim. Ethem'in ağzından "Anne bak yatağıma pencere açtım " demesiyle ikinci bir kendime geliş yaşadım. Sen Ethem paşa ayağıyla tekmeleye tekmeleye yatağının yanlarını oluşturan pleksiglas'ı kırmış. (Tamam ben daha öncesinde çatlatmıştım ama çok masum bir çatlaktı o .) Allahım n'diyeceğimi şaşırdım. O kadar şaşalamışım ki Ethem odanın penceresini göstererek "bak işte bu pencereden yaptım" dedi. Kafamdan bin türlü şey geçti o sırada hadi yatağın kırılmasını vs geçtim (ben geçtim tabii de babası pek öyle kolay geçmedi) ya oraları tekmeliyeyim derken ayağı kesilseydi yada o kırdığı parçaları oraya buraya atarken ellerini kesseydi ya da ayy bu n'güzel pencereymiş deyip kafasını oraya sokmalara kalksaydı. yani n'rden baksan tehlikeli bir durum. Olan oldu ama ben de bir kere daha anladım ki benim çocukları öyle 10dk. bile olsa yalnız bırakmaya gelmiyor. Bütün gece bu sefer de yatakta düşündüm ben bunları nasıl kreşe mreşe göndericem şunun şurasında 2 ay kaldı????!!!!!!!

8 Şubat 2010 Pazartesi

Gönlümce Hasta Olmak İstiyorum!!!

Şöyle gönlümce hasta olmak bana yasak kardeşim. Ben n'zaman hasta olsam evdeki tüm ahalinin de hasta olucağı tutuyor. E tabii sonra n'oluyor anne çocuklar hasta olunca kendi hastalığını unutuyor. Şöyle keyfince yumuşacık battaniyenin altına yatayım da gelsin meyve suları, gitsin çorbalar olmuyor yani. Ya da alayım hapımı da yatayım şöyle saatlerce uyuyayım... Allah'ım insan hasta olunca hastalığının keyfini de çıkarmak istiyormuş meğersem...
Haaa bir de üstüne üstlük teyzeleri Ethem'le Efdal'i aramış "kuzucuklarım nasıl oldular" diye telefonda teyzelerine beni şikayet etmişler. "annem kaloriferleri açmadı bizi hasta etti teyze " diye. Pes dedim artık; duy da inanma... Daha dün Mert bana söyleniyordu "burası kocamustafapaşa hamamı gibi olmuş " diyeee... Pes artık pes pes....

26 Ocak 2010 Salı

Dünyanın En güzel Harfi...

"Efdal bak buraya bir harf çizdim (A) bil bakalım bu hangi harf?"
"Iımmm (A)nnenin e si"

"Aferin sana. Peki bu (K) hangi harf?"
"Iımm (K)akanın e si"

" Evet bildin peki bu (T)hangi harf?"
"Iımmm (T)ıktıkın e si"

"Evet bu da doğru. Peki bu çizdiğim (E) hangi harf?
"Immm (E)foşun e şi"

"Aferin peki bu....
......
...
...
...
...
...
...

"Anne şimdi buraya bir harf çizdim. Bil bakalım bu (_______) hangi harf?"
"Hımmm bu hangi harf olabilir ki acaba Efdal? bir düşüneyim!!!"
"Bu anne seni çok seviyorumun e si.. ya sen bilemedin onu!!!"
"!!!!!!:))))) evet bilemedim malesef"

21 Ocak 2010 Perşembe

Anaokulu Seçimi????


İçimde bir korku var daha şimdiden... 3 ay sonra kuzucuklarımı anaokuluna göndermeye başlıyacağım inşallah ama şimdiden kalbim pırpır. Kalbim pırpır çünkü nasıl tepki vericeklerine emin olamamaya başladım. Güle oynaya gider benim kuzularım diyordum ama arkadaşlarımın tecrubeleri hiç de gülmeli oynamalı olmamış malesef... Resmen korkmaya başladım.

Aklımda bin türlü soru var. N'reye göndersem n'reye göndersem... Kriteler belirleyip ona uygun bir yer seçerim diyordum ama hangi kriter ve hangi kuzuma göre kriter...??

Kafamda sıralıyorum herşeyden önce Ethem için kilit altında bir yer olmalı. Çünkü benim oğlum sıkıldı mı etrafı kolaçan edip kaçıyor...

Sonra evimize çok uzak olmamalı çünkü daha çok küçükler 1 saat yolda zaman harcamalarını hiç istemiyorum.

Elbette elbette çok temiz olmalı.

Yazında eğer bütün zamanlarını anaokulunda geçireceklerse bahçe büyük olmalı. Çünkü benimkiler yazın kendilerini sokağa atmaya alıştılar.

Okulun öğretmen kadrosu iyi olmalı.

Yemekleri sağlıklı ve temiz olmalı; verdikleri yemek listelerine sadık kalınmalı . Lakin en son arkadaşlarımın kreş değiştirme sebebi bu oldu. Çocuğa soruyorlar " kızım süt içtin mi? " "yok" " yumurtanı bitirdin mi?" "yumurta vermediler ki???" gibi gibi....

Büyük bir özel okulun anaokulu olmamalı. Daha çok küçük oldukları için ( daha çok küçükler di mi?? n'işleri var okulda:(()) büyük çocukların yanında kendilerini daha yalnız hissedebilirler... (Offf n'demek daha yalnız hissedebilirler??? benim kuzucuklarım kendilerini yalnız mı hissedicekler şimdi???) Ben kriter sıralıyordum di mi??? bu iç seste n'rden karışıyor her lafa böyleee.... kışt kışt iç ses rahat bırak beni...

Bla Bla... devam ediyor işte bu kriterler... Ananemiz ve dedemiz artık çok yoruldular onları da anlıyorum; benim de işi bırakma gibi bir lüksüm yok demek ki n'ymiş iyi bir anaokulu seçilmeliymiş.

Bu arada en azından nisandan kışa kadar bir bakıcı mı bulsam diye düşündüm ama bu seferde tek bir bakıcı yazın benimkilerle nasıl başa çıkabilir diye düşünüyorum. Kapılar pencereler açık olucak e benimkiler parka gitmek isteyecekler tek başına o kadın naıl başa çıkacak hem bakalım bizimkiler başka bir kadına pıt diye alışacaklar mı?? falan falan... kafam karışık zaman kısa kararlarımı vermeliyim....

12 Ocak 2010 Salı

TOP10'DA BU HAFTA...




Aslında bugün için yazıcaklarım daha çok serzeniştten ibaret olucaktı ama dedim yapma Belgin; yılın senin için ilk yazısı böyle başlamasın. Bu düşüncelerle bu araki ruh halimi yansıtmak açısından bir TOP10 listesi yapmaya karar verdim. Top10 deyince de şimdi aklıma n'geldi! Bu özel televizyonların çıktığı ilk seneler Show Tv yeni açılmıştı ve bu listeyi POP10 olarak yayınlıyordu hheehehee:)) sonra Top10 'a dönmüşlerdi. "Ayy şekerim bu haftaki popon da .... diye başlayan cümlelerde böylece son bulmuştu."


Evet gelelim Top10 listeme





Top10 'da bu hafta sıralama şöyle


10.numarada benden minik kuzucuklarıma gidecek olan değişmez herakşam söylenmesi gereken ninnimiz var

Dandini dandini danalı kuzu...



Efdalcik de kınalı kuzu...



kızımın da gelmiş uykusu..



nenni nenni kızıma..



nenni nenni oğluma...


9.numarada sosyal içerikli bir başka ninnimiz var

Bir yaramaz çocuk varmışşş...


Fırınlarla prizlerle oynarmışş..


Birgün bu yaramaz çocuk evde yangın çıkarmış...


Man noni.. Scanıa noni......

söz,yorum,arajman : Anne


8.numarada bu araki birtürlü geçmek bilmeyen öksürük ve öksürüğe bağlı kusma durumlarımıza ithafen bir şarkı bulunmakta..


Nane limon kabuğu bir güzel kaynasın aman hahahahah içine


hatmi çiçeği biraz çörekotu katasın aman hahhhahha hatta biraz tarçın bir tutam


zencefil aman hahahaha bin derde deva geliyor ......

7.numarada Bu aralar şımarıklıkta boyut atlamış çocuklarıma yine benden bir şarkı mevcut


Tırtlatmaya az kaldı doktorum n'rde..


Bu veletler yüzünden çıldıracağımmm...

6.numarada fazla söze n'gerek..

Benim de canım var ben de insanım ..


Benim de uykum var ben de insanım...


5.numarada

Rüyalar rüyalar ahh bu rüyalar...


Geceler bitmez sütsüz rüyalar...

4.numaradaki parçamız

İnşallah Unutursun uyutursun sen de...


kendimi avuturum uyuturum ben de...


Zamanla birgün uyurum ben de...

3.numarada beni işe gitmek için hazırlanırken gören kuzucukların bana gönderdiği bir şarkı mevcut

Hazırlanmış bir yere gidiyor gibisin..


Benim heryerde elim kolum var


Bilmez misin yüzüm düşmüş


kaçgündür düşünüyorum...

2. numarada yine dinledikçe işe gitme diye arkamdan ağlayan kuzucuklarımı hatırlatan bir şarkı mevcut


Varlığınla yüceltirken yokluğunla ezme beni...


Gelişinle sevinirken gidişinle üzme beni...


üzme üzme üzme üzme..


üzme beni...


veee top 10numuzun

1. numarası ... bunu canım kocama ayırdım..

Yanyana uzanıp gökyüzüne baktığımız anda


Hayatımın değişeceğini anladım o anda...


....


Sihirbaz sihirbazsın inanılmaz sen herşeyi yaparsın....